Türkiye’de batıdan doğuya Akdeniz sınırları içindeki ilk büyük liman kentidir.
Körfezin önünde kıyıya ince bir dille bağlı olan Adaköy, onun önünde Bedir Adası, Keçi Adası ve Güvercin Adası bulunur.Kentin en eski kısımı denize doğru uzanmış kalker yapılı bir tepe üzerine kurulmuş olan Kale Mahallesidir. Marmaris daha sonra eteklere doğru ve kıyı boyunda gelişmiştir.Akdeniz iklimi nedeniyle çok nemli bir havaya sahiptir. Marmaris’in nemli havası nedeniyle kışın bile denize girilebilir.Konumu, hem Marmaris’e hem de Marmaris’den diğer merkezlere, tarih ve doğa kokan güzelliklere ulaşılmasını kolaylaştırır. Hava ulaşımının yapıldığı Dalaman Havaalanı sadece bir saat uzaklıktadır. Görmek istediğiniz yerleri katılacağınız turlarla bir gün içinde gezebilir, akşam tekrar Marmaris’te tatilinize devam edebilirsiniz. Rodos ise sadece 45 dakika uzaklıktadır.
Kaynakça : www.geziyerleri.org
BODRUM KALESİ
Roma katolik kilisesine bağlı Rodos şövalyeleri tarafından on beşinci asırda havari Petrus adına yapılmıştır. Kalenin dört burcu ayrı ülkelerce inşa edilmiştir. En büyük (aslanlı) kuleyi İngilizler, en yüksek yerdekini İspanyollar yaptırmıştır.
Kale duvarları Hıristiyanlarca kutsal sayılan kişilerin kabartmaları ile Latince ve Yunanca yazılarla ve Rodos şövalyeleri armaları ile süslenmiştir. Kale daha önce zelzelede yıkılan Bodrum (Halikarnas) mozalesinin taşları ile yapılmıştır. Bu kale Cumhuriyet döneminde onarılmış ve bir kısmı müze haline getirilmiştir. Asma köprülü 5 kapısı, 3 kulesi ve 3 kat suru vardır. Osmanlılar kaleyi hapishane olarak kullanmışlardır. Bodrum açıklarında Yassıada civarında deniz altından özellikle Fenike gemisinden çıkarılan eserler bu kalede toplanmıştır.
Kalenin Osmanlı döneminde camiye çevrilen kilisesi 1965’te su altı müzesine çevrilmiştir. Bodrum Limanında 40 m derinlikle 400 sene önce batan Osmanlı ticaret gemisi çıkarılma çalışmaları devam etmektedir
Kaynakça : www.gezenbilir.com
MİLAS
Bafa Gölü krater ve göller ile Güllük Plajı sakin ve şahane manzaralı bir yerdir. Muğla ili içinde üçünçü büyük ilçe olan Milas, kendine has özellikleriyle Muğla'nın diğer ilçeleri içinde özel bir konuma sahiptir.
Karya uygarlığı'na ve Menteşe Beyliği'ne başkentlik yapmış ilçe merkezi ve yanıbaşında yer alan, tarihin pek çok döneminde Milas'ın müstahkem kalesi işlevi görmüş Beçin başta olmak üzere ilçede tarihleri çok derin ve köklü bir geçmişe uzanan pek çok yerleşim bulunmaktadır. Düzenli kent merkezi, antik kalıntıları, tarihi değeri bulunan eserleri ve evleri, canlı çarşısı, dünyaca ünlü Milas halıları ile turistik açıdan pek çok ilginç özelliği bulunan, ancak Bodrum'a giden yolcuların bazen kenarından geçerek gözden kaçırdığı bir yerdir. Günümüz Milas'ının yerleşiminin belkemiğini Yörük-Türkmenler oluşturmaktadır
Turistik tesisleri vardır. Ören Plajı balıkçıglçesi, Fethiye’nin en çekici yanın, Patara’ya, tüm bu güzelliklere, Fethiye’den günübirlik yolculuklarla gelebilirsiniz.
Kaynakça : tr.vikipedia.org
ÖLÜDENİZ
Ölüdeniz, Muğla ilinin Fethiye ilçesine bağlı bir beldedir. Ölüdeniz kumsalı yüzde seksen iki oyla 2006 yılında dünyanın en güzel kumsalı seçilmiştir.
Belde, turizm açısından oldukça gelişmiştir. Ölüdeniz, adı gibi durgun bir göl niteliğindedir.
Ancak durgun gibi gözüken Ölüdeniz, gözle görünmeyen üç nedenle kendini hemen her gün yenilemektedir. Bunlardan ilki, Ölüdeniz'de mevcut yoğun kaynak suyu çıkışları, dipte içeriden açıkdenize doğru bir akıntı yaratmaktadır. İkincisi, bu kaynak sularının yarattığı tuz farkından dolayı açıkdenizden içeriye ve dışarıya devamlı bir sirkülasyon oluşmasıdır. Üçüncüsü ise gel-git etkisi ile iki-üç günde bir deniz ortalama yarım metre yükselir ve alçalır. Bu da büyük miktarda deniz suyu giriş ve çıkışı sağlamaktadır.
Muğla’nın bu güzel ilçesi, Fethiye’nin en çekici yaan, Patara’ya, tüm bu güzelliklere, Fethiye’den günübirlik yolculuklarla gidip gelebilirsiniz. Fethiye bir körfezde yer alıyor ve bu körfez eşsiz güzellikte koylara sahip. İlçedeki küçük limanda bulunan tekneler bu koylara ve adalara günlük turlar düzenliyor.
Kaynakça : tr.vikipedia.org
KURŞUNLU CAMİİ
Muğla merkeze ziyarete gelindiğinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi olan bir camidir burası. Osmanlı'nın hüküm sürdüğü dönemlerde yapılan en seçkin eserlerinden birisidir.
Kurşunlu Camisi'nin gerek binasının yapımında, gerek bahçesinde, gerekse şadırvanında Osmanlı döneminin mimarisine ait motifler görülebilmektedir. Cami olarak kullanılmadan önce ise Kurşunlu Camisi 30 odalı medrese olarak hizmet verirmiş. Ayrıca Kurşunlu Camisi'ni diğer camilerden farklı kılan özelliğinden bahsetmek gerekirse, caminin kubbesinin büyük bir kurşunla kaplı olması bu camiye Kurşunlu Cami denmesinin en büyük nedenidir. Osmanlı dönemin en büyük sanat eserlerinden olan Kurşunlu Camisi ünlü seyyah Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde yer aldığı söylenilmektedir.
Kurşunlu Camisi'nin yaklaşık olarak 510 yıllık bir tarihi olduğu sanılmaktadır. Kurşunlu Camisi 1493 tarihinde Menteşebeylerinden olan Şücattin Bey'in talimat vermesi ile inşa edildiği bilinmektedir. Yapım aşaması 2 yıl kadar süren cami, 1945 senesinde ibadete açılmıştır.
Derik İlçesinin 15 Km batısında ve Hisaraltı Köyü sınırları içindedir. Köyün kuzeyinde dar bir vadinin doğusunda 150 metre kadar yükseklikte bir tepenin üst düzlüğünde kurulmuştur. Sert kalkerli bir tepenin üzerinde kurulan Rabat Kalesi, Artuklu devrinin en büyük eserlerinden biridir.
Kalenin 1500 M çevresi, 15 burcu ve dört köşesinde dört gözetleme kulesi vardır. Burçların yüksekliği 15, surların yüksekliği ise 10 metredir. Bazı yerlerde surların yüksekliği 20 metreyi bulur. Kalenin doğuda ve batıda iki kapısı bulunmaktadır. Bu kapılardan kale içine girildiğinde , iç kalenin iki müdafaa duvarı ile tahkim edilmiş olduğu görülür. Bu üç müdafaa duvarları iç içe kapı ile birbiriyle irtibatlıdır. Kalenin üstü dümdüz bir alan görünümündedir. Binalar yer altında inşaa edilerek üstü toprak ile örtülmüştür. Düzlük yerlerde stun başları ve aslan kabartmaları görülmüştür. Yer altındaki saray kalıntıları, erzak ambarları, su sarnıçları ve bina kalıntıları bugune kadar sağlam kalmıştır. Nasıl Gidilir: Araba ile Derik'e 14 Km batısında bulunan Hisaraltı Köyü'ne, Köyden de yaklaşık bir km kuzeye doğru yürüyerek kale ve şehir harabelerine ulaşılır. Kale ve vadideki şehir kalıntısı muteşem görüntüsü ile adete davetkar bir misafir perver evsahibi görüntüsünde olup, kesinlikle görülmeye değer bir tarihi mirastır. Kaynakça : xmardinx.tr.gg GAVUR FIRINI İlçe merkezinin kurulu bulundu dağ eteğinin doğu tarafında sıra sıra devam eden dağ yükseltilerinin güneydeki uzantısıdır.Sıra yükseltilerinden geniş bir ayrık ile ayrılmış olup yükseltinin ortasından daire şeklinde oyularak derinliği bu güne kadar ölçülmediği söylenen bir kuyu şeklindedir.
Dağın diplerine doğru inen kuyuya bu güne kadar bir çok inme deneme girişimine rağmen gittikçe genişleyen bir çapa rağmen, tam dibe inme girişimini kimsenin başaramadığı söylenmektedir. Kuyunun yörede Gavur Fırını olarak anılması bir çok söylentiye ve rivayete neden olmuştur. Eğer macera ruhlu iseniz ve rivayetlere pek inanan biri değilseniz Gavur Fırını tam size göre, İlçemizi ziyaretinizde Gavur Fırınını mutlaka görün...
Kaynakça : xmardinx.tr.gg MİDYAT Midyat'ta gezilip görülecek birçok yer bulunmaktadır. İpek Yolu güzergahında bulunan Midyat'ta 5 adet han ve kervansaray bulunmaktadır.
Eskimeyen uygarlıkların izlerini barındıran Midyat'ta özellikle görülmesi gereken şehrin genel görüntüsü ve taş işçiliği ile yapılmış Midyat evleridir. Dünyanın en eski manastırı olan Mor Gabriel Manastırı burada bulunmakta olup, aktif durumdadır. 1925 yılında yapılan Cevat Paşa Cami, Midyat'a özgü kesme taştan ve oldukça kalın duvarlı, kare planlı bir yapıdır. Birbirinden özel tarihi eserlerin bulunduğu Midyat Kent Müzesi ise tüm kültür öğelerini bir arada görmek bakımından önem arz etmektedir. İki katlı olan bu müzenin daha önceleri han olarak kullanıldığı bilinmektedir. Kaynakça : www.nerdekal.com DARA HARABELERİ Mardin'in en görülesi yerlerinden biri olan Dara Harabeleri, geçmişten bugüne taşıdığı kalıntılarıyla bölgede en fazla ziyaret edilen yerlerden biridir. Mardin Dara Harabeleri, Nusaybin ilçesinin 30 kilometre uzaklığında bulunmaktadır.
Döneminde Mezopotamya'nın çok ünlü bir şehri olan Dara, şu anda küçük bir belde olarak yaşam tarihine devam etmektedir. Buradaki su sarnıçları, su değirmeni, tiyatrosu, kilisesi, köprüsü, çarşısı, tophanesi ve 40 metre derinliğe sahip olan yeraltı şehri, etkileneceğiniz ve gezeceğiniz detaylar arasındadır. Keşiflerle dolu Dara Harabeleri, Darxis tarafından M.Ö. 530-570 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Aynı zamanda yapılmasının ardından önemli medeniyetlere de ev sahipliği yapmıştır. Üstelik bu gizemli yerleşim alanı Mezopotamya'nın ilk barajının bulunduğu yer olarak da bilinmektedir. Mardin Dara Harabeleri, sır dolu tarihiyle birlikte yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgi gösterdiği noktalardan biridir. Kaynakça : www.nerdekal.com MARDİN KALESİ Kartal Yuvası olarak da bilenen Mardin Kalesi, birçok medeniyet tarafından kullanılmış çok önemli bir kaledir. Pers, Roma, Sümer, Babil, Asur, Mitaniler, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Artuklular, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safaviler ve Osmanlılar döneminde önemli kale olma özelliğini sürdüren Mardin Kalesi günümüzde de yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği yerler arasında yerini almıştır.
Ateşe tapan bir kral olan Şad Buhari, hastalandığında bu kalede kalır ve hızla iyileşince kendisi için bir kasır yaptırıp 12 yıl burada yaşamına devam eder. Yıllar geçtikte Pers ve Babil'den askerlerini ve sivil halkını buraya yerleştirir. Ardından ekonomik olarak zenginleşen bölgede bir veba salgını olup kaledeki tüm halkın ölmesine sebep olmuştur. Böyle bir yerleşim hikayesi olan Mardin Kalesi, ilk zamanlarındaki gibi sağlam olmasa da yapının büyük bir kısmı hala ayaktadır. Kayalıkların üzerinde olan kale aynı zamanda görkemiyle ve sağlamlığıyla birçok şaire ilham olmuştur. Mardin gezinizde görülmesi gereken yerlerden biridir. Kaynakça : xmardinx.tr.gg
DEYRÜLZEFERAN MANASTIRI
Mardin ilinin 3 km. doğusunda bulunmaktadır. Yukarı Mezopotamya’nın tarihi yapıtlarından ve en tanınmış olanlarından biridir. Süryani Kadim cemaatinin dini merkezidir.
Manastır, 4. yüzyılda kurulmuştur. O dönemden kalma mozaikler bugün de görülebilmektedir. Çeşitli devirlere ait üç ibadethane mevcuttur. Canlı bir tarih görünümünde olan manastırın en büyük özelliklerinden biri de içinde 52 Süryani Patriğinin mezarlarının bulunmasıdır. Mardin'de pek çok kilise ve manastır hala ayaktadır. Bunlar arasında Deyrülzeferan Manastırı'nın yanısıra Mor Gabriel Manastırı, Kırklar Kilisesi, Mor Yakup Kilisesi, Mor Mihail Kilisesi, İzozoel Kilisesi, Mor Yusuf Kilisesi, Mor Evgin Manastırı, Mor Cırcıs Manastırı, Mor Dimet Manastırı görmenizi tavsiye ettiklerimizdendir.
IHLARA VADİSİ Ihlara Vadisi, Hasandağı'volkanından püskürtülen lavların akarsu aşındırması sonucunda oluşan cemal şekilli bir vadidir. Melendiz çayı, milyonlarca yıllık bir sürecin sonunda, 14 kilometre uzunluğunda ve yüksekliği yer yer 110 metreye ulaşan kanyon görünümlü bu vadiyi meydana getirmiştir. Bu çatlaklardan yol bulan kanyonun bugünkü halini almasını sağlayan Melendiz çayına ilk çağlarda Kapadokya ırmağı anlamına gelen "Potamus Kapadukus" denilmekteydi.
14 km uzunluğunda ki vadi Ihlara'dan başlar, Selime'de son bulur. Vadinin yüksekliği yer yer 100 –150 m dir. Vadi boyunca kayalara oyulmuş sayısız barınaklar, mezarlar ve kiliseler bulunmaktadır. Ihlara vadisi'nde kiliselerdeki süslemeler 6. yüzyılda başlayarak.13. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir.Bazı barınaklar ve kiliseler yeraltı şehirlerinde olduğu gibi birbirine tünellerle bağlantılıdır adi boyunca yer alan kiliseler iki gruba ayrılabilir: Ihlara'ya yakın olan kiliselerin duvar resimleri Kapadokya sanatından uzak, doğu etkisi taşırlar.Belisırma yakınında yer alanlar, Bizans tipi duvar resimleri ile süslüdür. Ihlara Bölgesi'nde Bizans Dönemi'ne ait bilinen kitabelerin sayısı oldukça azdır.Belisırma köyüne 500 m uzaklıktaki Aziz George (Kırkdamaltı) Kilisesinde Selçuklu Sultanı II. Mesud (1282 -1305) ve Bizansimparatoru II. Andronikos'un adlarını içeren 13. yüzyıla ait fresk üzerine yazılmış bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe bölgeyi ellerinde bulunduran Selçukluların hoşgörülü yönetiminin varlığını kanıtlamaktadır.
Yılanlı Kilise
Kiliselerden sadece ikisinin tarihi tespit edilmiştir. •Direkli Kilise (976-1025) •Saint Georges (1283-1295) yıllarına aittir. 10. yüzyıl ortasında Bizans Toroslar ve Klikya bölgelerini geri almasıyla Ihlara bölgesinde yeni Kiliseler yapımıştır. •Bahaeddin Samanlığı Kilisesi •Sümbüllü Kilise •Direkli Kilise 11. yüzyıl başlarındaki Bizans sanatına örnek teşkil edenler: •Ala Kilise •Çanlı Kilise (Akhisar) •Karagedik Kilisesi Eski kiliseler sonradan bazı Bizans tipi resimler de ilave edilmiştir. Bu davranış, 11. yüzyılda Selçuk Türklerinin bölgeye gelmesiyle son bulur. Fakat bölgedeki dini hayat devam eder. Bölgenen kilise hayatı 1924’deki nüfus mübadelesiyle son bulur. Kaynakça: wikipedia HACI BEKTAŞİ VELİ MÜZESİ Asıl adı Muhammed bin Musa olan ve doğum ile ölüm tarihi kesin belli olmayan Hacı Bektaş-ı Veli’nin 1248-1337 tarihleri arasında yaşadığı sanılmaktadır. Nişaburludur. Çocukluğu ve gençliği Horasan’da geçmiş, Hoca Ahmet Yesevi ocağında felsefe, sosyal ve müspet ilimler öğrenimi görmüş ve daha sonra Anadolu’ya gelerek bugünkü Hacıbektaş ilçesinde bir dernek kurmuştur.
13. yüzyılda tamamlanmış olan Hacı Bektaş-ı Veli dergâhı, tarihsel süreç içinde birçok kere onarım görmüştür.Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan restorasyon projesi ile 1958-1964 yılları arasında onarılmış, 16 Ağustos 1964 tarihinde Etnografya Müzesi olarak düzenlenerek ziyarete açılmıştır. Müze binası plan bakımından üç ana bölümde incelenir. Birinci Avlu: Eskiden nadar (at) avlusu da denilen bu bölüme güneydeki anıtsal görünümlü çatal kapıdan girilir. Avluda üçler çeşmesi denilen çeşme bulunmaktadır. Günümüze ulaşmayan at evi, ekmek evi, hamam, tuvalet, mihman evi ile çamaşırhane gibi hizmet birimleri bu avluda yer alıyordu. İkinci Avlu: Eskiden Dergah Avlusu da denilen bu bölümde; üçgen alınlıklı ve sivri kemerli üçler kapısından girilir. Bu avlu içinde sırasına göre; Aslanlı Çeşme, Şevi, Baba Köşkü, Tekke Camii, ortada; havuz, solda; mihman evi, meydanevi, kibrevi, Dedebaba Köşkü bulunmaktadır. Üçüncü Avlu: Eskiden Hazret Avlusu da denilen bu bölüme basık kemerli, yeşil kanatlı, altılar kapısından girilir. Bu avlu içinde Atatürk Köşesi, pirevi, Balım Sultan Türbesi ve hazine bulunmaktadır. Kaynakaça.: www.nevsehirkulturturizm.gov.tr DERİN KUYU YERALTI ŞEHRİ
Tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilçenin eski bir yerleşim birimi olduğu, tarihinin M.Ö. 3000 yıllarına kadar ulaştığı sanılmaktadır. İlçenin eski adı, Malakopi, Melegobi ya da Melegobia' dır. Derinkuyu'nun ilk yerlileri Asur kolonilerine kadar uzanır. İz bırakanlar (dışarıda toprak altında) Romalılar, İlçe içerisinde ise Bizanslılar' dır. Tarih boyunca bu toplum dışarıdan gelenlerle kaynaşmış, ad ve din değiştirerek Kapadokya adını almıştır.Türkler 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra gelmeye başlamışlar, ilçenin doğusundaki Çekme, Kızılören, Şemşili, Bölören, Topaleyüp ve Melizlik yaylalarına yerleşerek hayvancılıkla geçimlerini sağlamaya çalışmışlardır. 1830'lu yıllarda Derinkuyu'da yeryüzünde konut olmadığı yaşlılarca söylenmektedir. Bugünkü adı olan Derinkuyu halkın içme suyunu 60-70 metre derinliğindeki kuyulardan temin etmesinden dolayı verilmiştir. Kapadokya'nın 36 yeraltı şehrinin en büyük yeraltı şehri olanDerinkuyu yeraltı şehri 1967 yılında turizme açılmış olup, 8 katlıdır. Yeraltında yakın zamana kadar faal olan dünyanın en eski akıl hastanesi mevcuttur. Kaynakça: wikipedia KAYMAKLI YERALTI ŞEHRİ
Kaymaklı, Nevşehir iline bağlı bir beldedir. Nevşehir il merkezine 20 km uzaklıktadır. Nüfusu, 2000 yılı verilerine göre 5811 kişidir. 1951 yılında belde olmuştur. Kaymakli'nin tarihi MÖ 3000 yılına kadar gitmektedir. Kaymaklı'nın Osmanlı kaynaklarında Rumca adı Enegüp olduğu belirtilmektedir. Geçmişte insanlar kendilerini savunmak için kaleler, yeraltı kentleri yapmışlardır. Yapılan bu yapılardan biri de bu beldede bulunan yeraltı kentidir.
Coğunluğu Nevşehir ili içerisinde kalan 25 bin kilometrelik bir alan içerisinde 200 civarında yeraltı kenti bulunmaktadır. Kapadokya bölgesi de denilen bu bölgenin kasaba ve köylerinde irili ufaklı birçok yeraltı kenti vardır. Kimler tarafından, ne zaman, ne için inşa edilmiştir, nasıl bir teknikle yapılmıştır, hangi topluluk ve kavimler yaşamışlardır bilinmemektedir. Bizans dönemine ait olanlar dışında yeraltı kentleri hakkında arkeolojik veri de yoktur. Karamanoğulları beyliği zamanında köye bir cami yaptırılmış olması Türkmen (Müslüman Türk) nüfusun o yıllarda kasabada bulunduğunu göstermektedir. Yapılan bu cami 20. yüzyılda yıkılıp yerine şimdiki Karamanoğlu Camii yapılmıştır. Bölge Osmanlı egemenliğine geçtikten sonra, Nevşehir'li (Muşkara) Damat İbrahim paşanın Osmanlı sarayına damat olmasından sonra köye bazı hizmetler yapılmıştır. Damat İbrahim Paşa vezir olduktan sonra, Kasaba eşrafından Hacı Abdullah Ağa da aşçıbaşı olarak Osmanlı sarayına girmiştir. Bu dönemde Nevşehir'e yapılan Kurşunlu Camiden artan malzemeler ile Kaymaklı Kurşunlu Camii inşa edilmiş. Kasabaya su getirmek için su yolları yapılmıştır. Osmanlının son yıllarına kadar Rumlar ve Türklerin birlikte yaşadığı Kaymaklı' da nüfus değişimi sonrası (mübadele) balkanlardan gelen Türkler Kaymaklıya yerleşmiştir. Günümüzde nüfusun tamamı Türklerden oluşmakla beraber Kaymaklının aslen bir rum yerleşimi olması ve Türklerin parça parça gelip yerleşmesi sonucu baskın bir kültür oluşmamış farklı yerleşimlerden (dolayısıyla farklı boy ve oymaklardan) gelen Türkler Kaymaklıda birleşerek tamamen Türk kültürünün hakim olduğu gelenek ve görenekleri yaşatmışlardır. Kaynakça: wikipedia ÜRGÜP - GÖREME :
Milli Park orta Anadolu'nun Hasan Dağı-Erciyes Dağı volkanik bölgesinde kalmaktadır. Saha; platolar ovalar küçük dağ bitkileri, yüksek tepeler, alüvyonla dolmuş dere ve ırmak vadileri, drenaj havzaları ve erozyonlu dik yamaçlı vadilerde birbirinden ayrılan yüksek düzlüklerden oluşmuştur. Erciyes ve Hasan Dağının büyük volkanik konileri, kuzeyden Kızılırmak vadisinin bir kısmı, bazıları bazaltla kaplı aşınmış tüf yatakları araziye hakim özelliktedir. Alan; volkanik tüften oluşmuş ilgi çekici manzara yapısı içerisinde Bizans Kilise mimarisi ve dinsel sanat tarihinden önemli bir devri sergilemektedir. Bölgenin özelliklerinden burada yaşayanlar savaşların etkilerinden,merkezi idarenin otoritesinden uzak kalmayı başarabilmişlerdir.Ana ulaşım yollarına uzaklığı ve engebeli bir alan olması, gizlenmek isteyen veya dini inzivaya çekilenler için uygun korunma yeri olmuştur. Manastır hayatı 3. yüzyıl sonları ile 4. yüzyıl başlarında başlamış ve hızla yayılmıştır. Manastırlar, kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve keşiş hücreleri, depo ve şarap yapım yerleri bulunan mekanlar oyulmuş, duvar resimleri ile süslenmiştir.
Ayrıca saha içerisinde, Ürgüp, Avcılar, Üçhisar, Çavuşini, Yeni Zelve yerleşimleri, Göreme yöresinin geçmişteki kültürüne uygun tarım ve köy hayatını yansıtan tarihi ve doğal bütünlüğü sağlayan sahaları teşkil eder.Yukarıda anlatılan; Göreme’nin eşsiz jeomorfolojik oluşumu, estetik manzara yapısının görsel değeri ile tarihi ve etnolojik yapısı Milli Parkın kaynak zenginliğinin ana başlıkları sayılabilir. Göreme Milli Parkı ; volkanik tüften oluşmuş ilgi çekici manzara yapısını oluşturan 'peribacaları' aynı zamanda Bizans kilise mimarisi ve dinsel sanat tarihini sergilemesi açısından başta görülmesi gerekli yerlerdendir.Ayrıca Ürgüp, Avcılar, Uçhisar, Çavuşini ve Yeni Zelve yerleşimleri, Göreme yöresinin geçmişteki kültürüne uygun tarım ve köy (kırsal) hayatını yansıtan yerleşimler olması nedeniyle ziyaretçilerin ilgisini çekecek niteliktedir.
Kaynakça: wikipedia
Çanakkale, kuzeybatı Anadolu'da, kendi adıyla anılan boğazın kıyısında yer alan kent, Çanakkale ili'nin merkez ilçesi. Çanakkale Merkez nüfusu 2013 yılı verilerine göre 116.078 kişidir. Güney Marmara'nın Bursa, İnegöl, Balıkesir ve Bandırma'dan sonra 5. büyük şehridir. Antik çağdan kalan Troya kalıntıları il sınırları içerisindedir. Karesioğulları ile Türkleşmeye başlayan yöre; daha sonra Osmanlı'ya katılmıştır. Osmanlılar Trakya'ya Çanakkale üzerinden geçmişlerdir.İlin eski merkezi aslında Biga olup, Cumhuriyet döneminde, kazanılmış olan başarılardan dolayı ilin ismi ve merkezi Çanakkale olarak değiştirilmiştir. İlin isminin kökeni ise yörede çok gelişmiş olan çanak-çömlek zanaatinden gelir. Şehrin iki simgesi hâline gelen Kale-i Sultaniye ile çanakçılık özdeşleşince de şehir Çanakkale olarak adlandırılmaya başlanmıştır. 1915 senesinde Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında Çanakkale Savaşları'na sahne oldu. İtilaf Devletlerinin birleşmiş orduları deniz savaşında araç ve personel zaiyatı vererek mağlup oldu ve boğazları geçemedi. Daha sonra İtilaf kuvvetleri karadan çıkartma yaptılar. Kara savaşlarında Yarbay Mustafa Kemal'in başarıları sayesinde düşman ilerleyişi durdu, iki kuvvet birbirine üstünlük sağlayamadı ve karadan taarruz da başarısızlıkla sonuçlandı. Çanakkale ve diğer ilçeler tarihî ve doğal güzellikler bakımından oldukça zengin olmasına rağmen, bölge olması gerekenden oldukça az turist çekmektedir. Turizme fazla yatırım yapılmamaktadır.
Seyit Onbaşı Anıtı
Her yıl 25 Nisan'da düzenlenen Anzac Günü'nde Avustralya ve Yeni Zellanda'dan gelen binlerce turist bölgeye akın etmektedir. Turizm genellikle Çanakkale Savaşları'nın yaşandığı Gelibolu, Truva Savaşı'na ev sahipliği yapmış Truva Antik Kenti ve Assos Antik Kenti üzerine odaklıdır. Deniz turizmine uygun olmasına rağmen bu yönde bir yapılanma pek yoktur. Çanakkale il sınırları içinde 5 yıldızlı otel sayısı sadece 1'dir. Gökçeada ve Bozcaada Çanakkale ilinde her yıl Ağustos ayında Truva Kültür ve Sanat Festivali gerçekleşmekte, çeşitli sanatsal faaliyetler yapılmaktadır. Her iki yılda bir düzenlenen Uluslararası Çanakkale Bienali de Çanakkale ilinin kültür, sanat ve turizmine katkı sağlamaya aday bir etkinliktir.
Kaynakça: Wikipedia ÇANAKKALE ŞEHİTLİĞİ
Çanakkale Şehitleri Anıtı, Çanakkale il sınırları içindeki Gelibolu Yarımadası'nda, Çanakkale Boğazı'nın ucunda Morto Koyu önündeki Hisarlık Tepe üzerinde yer alan anıt. 1915 yılında I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Savaşları'nda hayatını kaybeden 253.000 Türk askerin anısına yaptırıldı. Feridun Kip, İsmail Utkular ve Doğan Erginbaş tarafından tasarlanmıştır. Yapımına 1952 yılında karar verilen ve temeli 17 Nisan 1954 tarihinde atılan anıt 21 Ağustos 1960 günü açılmıştır. Anıt için 1944 yılında yapılan yarışmayı mimar Feridun Kip, Doğan Erginbaş, İsmail Utkular ve mühendis Ertuğrul Barla'nın projelendirdiği eser kazandı.
Anzak Mezarlığı
Finansal nedenlerden dolayı yapımı birkaç defa durdurulan anıtın 15 Mart 1958 tarihinde sadece gövde kısmı tamamlanabildi. Bu arada Milliyet gazetesi tarafından ülke genelinde bağış kampanyası düzenlendi. Resmi açılışı 21 Ağustos1960 tarihinde yapılan anıtın altında Savaş Eserleri Müzesi, yanında Mehmetçik Anıtı ve Türk Şehitliği bulunmaktadır. Morto Limanı ile Çanakkale Boğazının girişi arasındadır. Bu yapıtın fikir babası, Atatürk'ün silah arkadaşı ve ilk askeri pilotu Emin Nihat Sözeri'dir. Sözeri, yapılması için gerekli olan paranın bulunabilmesi için onlarca yıl mücadele vermiş sonunda bu abideyi 253 bin şehidin anısına, milletimize armağan etmiştir. Üzerinde 25x25 m kaide yer alan 4 ayak üzerine oturtulmuş olan yapının yüksekliği 41,7 metredir. Ayakların genişliği 7,5 metredir. Anıt tümüyle 62,5 metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Kaynakça : Wikipedia
ÇANAKKALE SAAT KULESİ
Çanakkale Saat Kulesi Sultan II. Abdülhamid döneminde 1897 yılında yaptırılmıştır. Dönemin Çanakkale İtalyan konsolosu Vitalis Gaptirole de saat kulesinin yapımına katkıda bulunmuştur. Saat Kulesi yüksek bir kare prizma şeklinde olup, Ayvalık kesme taşından yapılmıştır. İlk bölümü balkon ve diğerleri silmelerden oluşan dört bölüme sahiptir. En üstte bulunan altıgen kubbenin içindeki çanın altında ise 4 bir tarafa bakan yuvarlak kadranlı saatler mevcuttur. Kulenin ikinci katında kapı ve üçüncü katında ise pencereler yer almaktadır. Bu kapı ve pencerelerin kemerli mimarisi dikkat çekmektedir. Kuleye güney cephesindeki bir kapıdan girilmektedir. Ayrıca kuzey yönünde üst tarafında kitabe olan bir çeşmesi de mevcuttur. Bu çeşmede de üst katlardaki kapı ve pencerelerle uyumlu olarak kemerli yapı korunmuş, dönemin taş işçiliğinden etkin örnekler verilmiştir. Çanakkale'de limanın yayında yer almaktadır. Kaynakça: www.gezginrehberi.com TRUVA
Truva, dünyadaki en ünlü antik kentlerden birisidir. Truva’da görülen 9 katman, kesintisiz olarak 3000 yıldan fazla bir zamanı göstermekte ve Anadolu, Ege ve Balkanların buluştuğu bu benzersiz coğrafyada yerleşmiş olan uygarlıkları izlememizi sağlamaktadır. Truva’daki en erken yerleşim katı M.Ö. 3000-2500 ile erken Bronz Çağı’na tarihlenmektedir, daha sonra sürekli yerleşim gören Truva katmanları M.Ö. 85 – M.S. 8. yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi ile sona ermektedir. Truva, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle burada hüküm süren uygarlıkların diğer bölgelerle ticari ve kültürel bağlantıları açısından daima çok önemli bir rol üstlenmiştir. Truva ayrıca gösterdiği kesintisiz katmanlaşma ile Avrupa ve Ege’deki diğer arkeolojik alanlar için referans görevi görmektedir. İlk olarak 1871’de Heinrich Schliemann, daha sonra W. Dörpfeld, C.W Blegen tarafından kazılmış olan bu görkemli arkeolojik şehirde kazılar halen Tübingen Üniversitesi tarafından sürdürülmektedir. Kaynakça: www.kulturvarliklari.gov.tr GELİBOLU YARIMADASI MİLLİ PARKI
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, resmi olarak GYTMP olarak ta kısaltılır, ancak Çanakkale Savaşı'dan hemen hemen 100 yıl sonra eserleri bakımından kıvamına geldi diyebiliriz. 1916 Şevki Paşa haritası yapımı dışında uzun süre Çanakkale muharebe alanları, şehitlerimiz ve anıtlarla ilgili kapsamlı bir çalışma yapılamadı. Muharebeler sırasında ve hemen sonra yapılmış birkaç mütevazi anıt ve tekil şehitlikler dışında, 1940'lara varıncaya kadar önemli bir faaliyet olmadı. 1940'larda Nuri Yamut Anıtı (1943), Çanakkale Abidesi proje yarışması (1944) ve başka girişimlerle başlayan ilgi 1970'lere kadar yavaş bir tempoyla sürdü. 1973 yılında Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı ilanı anıtlara olan ilgiyi arttırdı. 1980'lere gelene kadar "TMP" (Türkiye Milli Parklar Genel Müdürlüğü) yönetimi birkaç anıt yarışması düzenledi, önemli miktarda anıtı da hayata geçirdi. Ancak, 1980'lerde Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü devreye girdi ve bir "sembolik şehitlikler, kahramanlık anıtları" akımı başlatarak, GYTMP içinde yirminin üzerinde eser ortaya çıkardı.2005 yılında Gelibolu Yarımadası'nın içinde bulunduğu Milli Park'a devlet tarafından yatırım yapıldı ve yollar yeniden asfaltlandı, şehitliklerin ve eserler köklü bir bakım ya da renovasyondan geçirildi. Kaynakça: wikipedia AYNALI ÇARŞI Aynalı Çarşı, (ya da Halyo Çarşısı) Çanakkale'de bulunan kapalı çarşı. 1890 senesinde şehrin Musevi cemaatinin ileri gelenlerinden Eliyau Hallio tarafından yaptırılmıştır. Kapı kitabesinin üzerinde Osmanlıca ve İbrani Harfli Ladino iki yazı bulunmaktadır. Osmanlıca olan yazıda çarşının "Adülhamid Han-ı Sani El Gazi (II. Abdülhamit) efendimizin saye-i ihsaniye ve riayet perverîlerinde tebaa-yı sadıka-yı Museviyye'sinden Elya Halyo bendeleri" tarafından yaptırıldığı ifade edilmiştir.
Ladino olan kitabede ise çarşının Yahudi Takvimi'ne göre 5650 yılının Tişri ayında "Sultan İkinci Abdülhamid'in saltanatının 14. yılı münasebetiyle Eliyau Hallio tarafından yaptırıldığı" yazılmıştır. Çarşının asıl adı "Passage Hallio"dur. Ancak girişinde her iki taraftaki aynalardan ötürü Aynalı Çarşı olarak ünlenmiştir. Çanakkale'nin meşhur Çanakkale Türküsü'nde de Aynalı Çarşı'nın adı geçmektedir. Çarşı, Gelibolu Savaşı sırasında bombalanmış ve yangınlarla yıkıntı haline gelmiştir. Mondros Ateşkes Anlaşması peşi sıra Çanakkale’yi işgal eden İngilizler, işgal süresince (1918-1921) çarşıyı atlarının barınağı, “ahır” olarak değerlendirdiler. 1921’nin ardından bir süre, (giriş kapısı haricinde) harabe olarak kalmış ve kullanılmamıştır. Tapu kadastro kayıtlarında bedesten arsası olarak gözüken alana daha sonraları dükkanlar yapılmıştır. 1934 yılında ise Yahudilere saldırı ve yağmalama olaylarında kapıdaki kitabesi sıvanmış, 1967'de Sadi Fenercigil’in belediye başkanlığında döneminde bugünkü halini almıştır.[1] Yapı, Çanakkale Belediyesi'ne aittir.
MALABADİ KÖPRÜSÜ Diyarbakır batman yolu üzerinde Silnab ilçesine 24 km. mesafededri. Kitabesinde 1147 miladi yılında Timurtaş Bin-i Artok tarafından yaptırıldığı yazdıdır.
Farklı uzunluklarda, kınk hatlar halinde üç bölümden oluşmaktadır. Orta bölümde ayaklan kayalıklara oturtolmuş 38.60 metrelik açıklığı bulunan sivri bir kemer yer almaktadır. Kitabesi, kabartmalan ve mimarisi ile eşsiz olan köprü için A. Gabriel şu bilgileri verir: “Modern hesabın olmadığı devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir. Ayasofya Camünin Kubbesi Köprünün altına rahatlıkla girebilmektedir. Balkanlarda Anadolu’da Orta doğg’da bu açıldıkta bu yaşta bir başka köprü yoktur.” Dünyadaki taş kemerli köprüler içinde kemeri en geniş olanıdır. KAYNAKÇA www.delinetciler.net
DİYARBAKIR KALESİ Diyarbakır Kalesi: Dünyânın günümüze ulaşan en büyük şehir surları Diyarbakır’dadır. Dicle vâdisinden 100 m yükseklikte bir düzlük alana kurulmuştur. Çeşitli devirlerde tâmir edilmiştir. Kale dış ve iç kale olarak iki kısımdır. Dış kalenin uzunluğu 5, iç kalenin ise 3 kilometredir. Kalenin 82 burcu vardır. Kalenin yüksekliği 10-12 m, kalınlığı 3-5 metredir. Dış kalenin 4 kapısı vardır: Dağ (Harput) Kapısı, Dicle (Yeni) Kapısı, Mardin (Teli) Kapısı ve Şanlıurfa (Rum) Kapısıdır. İç kale çember şeklinde ve dış kalenin kuzey doğusundadır. Bu kale içinde Artuklusarayı, câmi, kemer ve viran kale denilen ilk kalenin kalıntıları vardır.
Kalenin havadan görünüşü kalkan balığına benzer. Kalede Artukoğulları, Selçuk, Osmanlı ve Akkoyunlu kitabeleri vardır. Çin seddinden sonra dünyânın en uzun, sağlam ve geniş surlarıdır. Yedi Kardeşler, Sen-Ben, Keçi Burçları kalenin en büyük burçlarıdır. Kalede koğuşlar, mahzenler, sarnıçlar ve depolar vardır. Dicle’ye bakan kısmı hâriç diğer yanları savunma hendekleriyle çevrilidir. Bu hendekler bugün dolmuştur. Kale duvarları kabartma ve oyma motiflerle süslüdür. KAYNAKÇA www.cografya.gen.tr
ÇAYÖNÜ Anadolu’nun en eski köy yerleşmelerinden biri olan tanmcı köy topluluklarm en gÜzel örneğini veren Ergani yakınlanndaki çayönü Tepesi günümüzden 10000 yıl önceye tarihlenmesi ile sadece bölge tarihine değil, dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır.
M.Ö 7.500-5.000 yıllan arasmda aralıksız olarak daha sonra da aralıklarla iskan edilmiş olan günümüzdeki kent uygarlığın ilk temellerinin atıldığı çayönü, insanlarm göçebelikten yerleşik köy yaşantısma, avcılık, top!ayıcılıktan besin üretimine geçtikleri “Neolitik Devrim” olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimi, beslenme ekonomisi ve insan- doğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği kültür tarihi ile ilgili buluşlarda bir çok ilki de içeren canlı ve ilginç bir yerleşmedir. Yabani b~y, mercimekgiller gibi bitkilerin tanma almması koyun ve keçinin evcilleştirilmesi ile çayönü bilim dünyasmda önem kazanmıştır. Kaynakça www.delinetciler.net
ULU CAMİİ Şehrin merkezinde yer alır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. M.S 639 ydında Diyarbakır Müslüman Araplar tarafından fethedilmiş ve kentin en büyük kilisesi olan Mor Toma Kilisesi’nin camiye çevrilmesi ile oluşturulmuştur. Anadolu’nun en eski camiierindendir. Müslümanlar tarafından 5.Harem-i Şerif olarak bilinir.l09l ydında büyük bir onanm geçirmiştir. Plan itibariyle Şam Emevi Camü’nin Anadolu’ya yansıması olarak yorumlanır.
Camiye Diyarbakır’ da hüküm sürmüş bütün devletler büyük önem vermiş ve onarmışlardır. Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah, İnal ve Nisanoğullarl,Anadolu Selçuklu Hükümdarı Giyaseddin Keyhüsrev, Artuklular,Akkoyuolu Hükümdan Uzun Hasan ve Osmanlı padişahlarından birçoğuna ait kitabe ve fermanlar caminin muhtelif yerlerinde görülmektedir. KAYNAKÇA www.delinetciler.net MERYEM ANA KİLİSESİ Günümüzde de kilise görevini sürdüren tarihi değere sahip kilise Lale Bey Mahallesinde yer almaktadır. Mülkiyeti Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Cemaati Vakfına aittir. Kilisenin kesin tarihi bilinmemekle birlikte farklı görüşler öne sürülmektedir. Önceleri Şemsilerin tapındığı bir tapınak işlevini görmesi muhtemel olan yapı İ.S. 280 yılında kiliseye çevrilmiştir. Yapı birbiriyle bağı olan ve farklı dönemlerde yapılmış değişiklikler ve ihtiyaçtan kaynaklı ek yapılar ile kompleks bir yapı grubu oluşturmaktadır. Kompleksin içinde; Meryem Ana Kilisesi, Mor Yakup kutsal alanı, dört avlu, derslik ve lojman mevcuttur. Yapı kompleksinde toplam 14 yazıt bulunmakla beraber bunlar yapıların onarım ve eklemelerine ait kitabelerdir.
Kilise günümüzdeki halini 2004-2005 yılları arasında yapılan restorasyon ile almıştır. Son olarak 2005 yılında yurt içi ve yurt dışında yaşayan Diyarbakırlı Süryanilerin ortak girişimiyle kapsamlı restorasyondan geçilerek, tarihi kimliğini tümüyle yansıtan bugünkü görünümüne kavuşturulmuştur. Diyarbakır’da Ortodoks Süryanilere ait faal durumda olan bu kilise Geç Roma dönemine tarihlenen bir kapısı ve mihrap üzerine kalıntılarını izlenen mimari bezekleri bulunmaktadır. Kilise plan itibariyle dört avlu, divanhane ve din adamlarının yaşadıkları bölümlerden meydana gelmiştir. Ahşap işçiliği, sütunları, sütun başlıkları parmaklıkları, kürsüleri ve ikonaları ile ün yapmıştır. KAYNAKÇA www.diyarbakirkulturturizm.org
PORSUK ÇAYI Porsuk Çayı 450 kilometreye yakın bir uzunlukla Sakarya Nehri’nin en uzun koludur. Bayatçık Deresi ve Kızıltaş Suyu gibi iki güçlü akarsudan beslenen bu çay uzun yıllar bakımsız bir görüntü çizmiş, ancak son yıllarda hızla turistik bir değer haline getirilmiştir. İki barajı besleyen bu çay aynı zamanda bölgenin ekonomik faktörleri arasında da güçlü bir konuma sahiptir. Porsuk Çayı‘nın kent merkezine rastlayan bölgesine Adalar denilir. Adalar bölgesi çayın ıslahıyla birlikte bölgenin en önemli merkezleri arasına girmiştir. Şair Fuzuli Caddesi, Doktorlar Caddesi, Atatürk Caddesi, Çarşı gibi önemli merkezleri kapsayan Adalar bölgesi idari olarak da bir kaç mahalleyi kapsar. Hatta Adalar Eskişehir’in Odunpazarı ve Tepebaşı gibi iki merkez ilçesinden de bazı kısımları kapsamaktadır.
Kent merkezini ortadan bölen bu güzel akarsu yanında çeşitli eğlence mekanları, cafeler, restoranlar ve alışveriş merkezleri bulabilirsiniz. porsuk Çayı gezisinde asla ihmal etmemeniz gereken bir şey varsa o da gondol gezisi yapmaktır. Porsuk Çayı‘nda bir gondol sefası yapmışsanız Eskişehir’in en önemli bölgelerini su içinden seyretme fırsatı bulursunuz. Tarihi Tepebaşı Belediyesi binası altından bineceğiniz gondollar üç dört kişi kapasitelidir. Gondolu kullanan kişiler Venedik kıyafetleri giymektedir.
ODUNPAZARI EVLERİ
Odunpazarı Evleri Eskişehir‘in dünya kültür mirasına eklediği en önemli eserler arasında yer almaktadır. Tarihten bu yana Evliya Çelebi’nin de içinde bulunduğu pek çok gezgin tarafından övgüyle bahsedilen bu mekanlar Eskişehir açısından önemli turizm merkezlerinden biridir.
Odunpazarı Evleri Eskişehir’in iki merkez ilçesinden Odunpazarı Belediyesi sınırları içindedir. Eskişehir’in en eski yerleşim yeri olan bu evler tarihsel ve kültürel önemi göz önüne alınarak belediye tarafından restore edilmiştir. Çok kısa bir sürede de dünya çapında üne kavuşan bu yapılar Eskişehir’e yolu düşen her gezgin tarafından mutlaka görülmelidir.
KURŞUNLU CAMİİ VE KÜLLİYESİ
Kurşunlu Camii ve Külliyesi Eskişehir Odunpazarı ilçesi sınırları içinde bulunur. Odunpazarı Evleri içinde inşa edilen bu yapının tarihi 1517 yılına dayanmaktadır. Mimar Sinan’dan hemen önceki mimar başı Acem Ali imzasıyla Gazi Melek lakaplı Mustafa Paşa tarafından yaptırılıştır. Yapı sekiz yıllık bir inşa sürecinden sonra 1525 tarihinde kullanıma açılmıştır. Kurşunlu Camii ve Külliyesi’ni ziyaret etmek isterseniz Odunpazarı Evleri içinden geçerek hoş bir tarih yolculuğuna çıkmalısınız. Osmanlı döneminde yaşadığınız izlenimine kapılmanız külliyenin bulunduğu alana geldiğinde daha da güçlenecektir. İhtişamlı kubbeleri ve sessiz bahçesiyle kubbesi iyi bir gezi deneyimi sunacaktır.
Kurşunlu Camii ve Külliyesi yedi farklı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler İmaret, Aşevi, Kervansaray, Şadırvan, Cami, Sıbyan Mektebi, Medrese (Mevlevihane) ve Tabhane bölümleri olarak sayılabilir. Tarihte bu bölümlerin her biri amacı doğrultusunda kullanılmaktayken özellikle Mevlevihane ve Tabhane bölümleri bu gün turistik amaçlı kullanılmaktadır.
SAZOVA PARKI
Sazova Parkı olarak bilinen Eskişehir en büyük parkının resmi adı Sazova Bilim Kültür ve Sanat Parkı‘dır. Adından da anlaşılacağı üzere burası klasik anlamda inşa edilmiş bir park değildir. Türkiye’nin en özgün parkları arasında sayılan parkta yapım çalışmaları halen devam etmektedir.
Sazova Parkı 400 bin metrekarelik bir alana sahiptir. Bu yanıyla Türkiye’nin bir çok parkından daha büyük olma özelliğine sahiptir. İçerisinde restoran ve kahve evleri, Masal Köşkü, Uzay Evi, Sualtı Dünyası, Amfi Tiyatro, Bilim Deney Merkezi, Korsan Gemisi, gezi ve oyun alanları barındıran bu park en az yarım gününüzü ayırarak gezmeniz gereken bir yerdir. Dilerseniz Sazova Parkı içinde yer alan ücretsiz gezi treni ile de parkı gezebilirsiniz.
KENTPARK
Kentpark, Eskişehir ‘de ye alan en güzel parklardan biridir. Park için yer alan Türkiye’nin ilk yapay plajı Kentpark’ın ülke genelinde bilinmesini sağlamıştır. Plaj haricinde parkta bir çok oyun gurubu, yürüyüş parkurları, restoran ve cafeler yer almaktadır.
Kentpark içinde inşa edilen plaj alanında tek olma özelliğine sahiptir. Plajın suyunun durgun olması ve havuz kriterleri sağlamaması Sağlık Bakanlığı tarafından kriterlere uymama gerekçesiyle kapatılmasına yol açmıştır. Ancak kapatıldıktan bir yıl sonra havuz kenarındaki kumlar kalmış, havuz içine mermer döşenmiştir. Bu şekilde yeniden kullanıma açılan plaj orjinalliğini yitirmiş ve denize uzak kalan Eskişehir halkının ilgisini çekmiştir. Bu gün plaja daha çok 15- 25 yaş arası erkek ziyaretçiler ilgi göstermektedir. Yapay plaj yanında yer alan yüzme havuzu da büyük ilgi görmektedir.
ETİ SUALTI DÜNYASI
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ve ETİ firmasının desteği ile hayata geçirilen ve yapımı yaklaşık 2,5 yıl süren Eskişehir Eti Sualtı Dünyası; 21 Ocak 2014 tarihinde açılan şehrin yeni gezi merkezlerinden biridir. 3200 metrekarelik bir alana kurulan bu kompleksin 2350 metrekarelik kısmı dev bir akvaryumdan oluşmaktadır.
Tropikal akvaryum, Teraryum, Dokunma akvaryumu, Mersin akvaryumu, Amazon nehri gibi bölümleri bulunan Eskişehir Eti Sualtı Dünyası’nda; 84 farklı türden toplam 2150 adet balık yaşamaktadır. Akvaryumları gezen ziyaretçiler burada; Kuzey Ege, Kızıldeniz, Atlas Okyanusu, Amazon Nehri ve Güney Amerika gölleri gibi dünyanın farklı noktalarından getirilen birçok türden balığı görme fırsatı yakalıyorlar. Eskişehir Eti Sualtı Dünyası’nın 850 metrekarelik alanı ise gelen ziyaretçilerin keyifli bir zaman geçirebilmeleri amacıyla kafeterya alanları ve hediyelik eşya satışlarının yapıldığı mekanlardan oluşuyor
Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup, gerek ihtişamı ve heybetiyle, gerekse bir sır gibi gizlediği tarihiyle şehir merkezinde, Alleben Deresi’nin güney kenarında, yaklaşık 25-30 m. yükseklikte hemen herkesin dikkatini çeken bir tepe üzerindedir.
Gaziantep Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, kalkolitik döneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S II-III yüzyıllarda ise kale ve çevresinde “Theban”isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir.
M.S. II-IV. yüzyıllarda Kalenin, ilk olarak Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılar neticesinde anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise “Kaleler Mimarı” olarak adlandırılan Bizans İmparatoru Justinyanus döneminde M.S. VI. (M.S 527-565) yüzyılda almıştır. Yine bu dönemde kale önemli bir onarım geçirmiş olup, onarım sırasında tesviyenin sağlanması için, güney bölüm kemerli ve tonozlu galerilerden oluşan substrüksiyon (temel) yapılarıyla donatılmış, bu galerilerle birbirine bağlanan kuleler inşaa edilmiş ve sur bedenleri batı, güney ve doğuya, tepenin sınırına kadar genişlemiştir. Kale bu haliyle çapı yaklaşık 100 m., çevresi 1200 m. olan gayrı muntazam dairesel bir şekle sahiptir. Kale bedenleri üzerinde 12 adet kule mevcuttur. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Kale’nin 36 burcundan bahsetmektedir. Günümüzde ise bunların yalnızca 12 tanesini görebilmekteyiz. Geri kalan 24 burcun ise kalenin dış surları üzerinde bulunduğu ve günümüz kadar gelemediği sanılmaktadır. Kale çevresinde, eni 30 m., derinliği ise 10 m. olan bir hendek bulunmakta ve kaleye geçiş ise köprü ile sağlanmaktaydı. Kale köprüsünü geçip, asıl kale kapısına ulaşmadan, sol tarafta ise halk tarafından İmam-ı Gazali Hazretlerinin Makamı olarak adlandırılan bir burç bulunmaktadır.
Bizans dönemini takip eden yıllarda özellikle Memluklular, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar ihtiyaca göre kaleyi zaman zaman onarmışlar ve buna dair de onarım kitabeleri koymuşlardır.Kale ikinci defa, 1481 yılında Mısır Sultanı Kayıtbay tarafından elden geçirilmiştir. Ana kapı üzerinde yer alan kitabeden, ana kapı ve kale köprüsünün iki yanındaki kulelerin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1557 yılında yeniden yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Asıl kale kapısından girince, kalenin iç kesimlerine ve üstüne doğru açılan iki yol vardır. Sola açılan yoldan, kalenin üst kısmına ulaşılır. İç kesimlerine doğru devam eden yoldan ise; galeri, dehliz ve kale odalarına ulaşılır. Kalede ana kütle altında ise bir su kaynağı bulunmaktadır.
kaynakça:http://www.gaziantepturizm.gov.tr/
BAKIRCILAR ÇARŞISI
Gündelik kullanım için, turistik ve süs eşyası olarak bütün bakır eşyalar ustaların el emeği. Gaziantep bakırcılığının özelliği ise alışılmışın aksine lehim kullanmaksızın tek parça olarak yapılmasıymış. Genellikle babadan oğula çocuğa geçen bu el sanatları Gaziantep’in için önemli bir gelir kaynağıymış. Gaziantepli ustalar tarafından üretilen el emeği ürünler, Antalya, İzmir, İstanbul ve Muğla gibi turistlerin yoğun olduğu illere gönderiliyor.
Gaziantep, Osmanlı döneminde önemli bir ticaret merkezi olarak bilinmektedir. 16. yüzyılda bu canlı, imalat ve ticaret hayatı içerisinde bakırcılığın da büyük önemi göze çarpmaktadır.Gaziantep’te, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında bakırcılık açısından önemli değişiklikler olmuştur. Bu dönemde asırlar boyunca Gaziantep atölyelerinde üretilen geleneksel bakır eşya form ve süslemelerin yanı sıra, yeni ve özgün barkı eşya formaları ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu dönemde Gaziantepli bakırcılar, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki diğer bakırcılık merkezlerini de yakından takip etmiş ve bunların bazılarından esinlenmişlerdir. Gaziantep’ te üretilen bakır eşyalar, özellikle yüzyılın ikinci yarısında önemli bir ticaret malzemesi haline gelmiştir.
kaynakça: www.cocuklarvekentler.com
BÜDEYRİ HANI
1890 yılında inşa edilen Elbeyli Hanı, plan ve süsleme açısından Kürkçü Hanı’na benzerlik göstermektedir. Büdeyri ve İnceoğlu gibi diğer adlarla da bilinmektedir.
Osmanlı tarzında inşa edilen Elbeyli Hanı, bir avlu ve iki kattan oluşmaktadır. Osmanlı han mimarisinin birçok özelliğine sahip Elbeyli Hanı’nda bir sabun atölyesi bulunur. Üst kat ise yolcuların konaklaması için yapılmıştır. Kare planlı inşa edilen bu yapıda; sabun atölyesi ve han ön kapıdan bağımsız biçimde olup ikinci kattaki bir geçitle birbirine bağlanmıştır. Bu özelliği nedeniyle Gaziantep’teki hanlar arasında ayrı bir yere sahiptir.
Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar grubuna girmektedir. Klasik osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde toplayan eser, sabunhane ve han olmak üzere iki bölüm halinde inşa edilmiştir. Her iki bölümün üst katındaki mekanlar, yolcuların ikamet etmeleri amacıyla yapılmıştır. Sabunhane ile hanın birer müstakil cümle kapısı mevcut ise de ikinci katta ara bir geçitle birbirine bağlanmıştır. Bu plan özelliğiyle, gaziantep’teki hanlar içinde tek örnektir. Hanın zemin katında, içte kareye yakın üstü açık bir avlunun etrafında, sıralanan muhtelif hacimler, ön cephede ise dışa açılan tek katlı dükkanlar mevcuttur. Doğudaki mekanların arkasında iki bölümlü ahır yer alır. Sabunhane kısmı, biraz çarpık dikdörtgen plana sahip olan iç avluyu kuzey ve doğu taraflardan revakla kuşatmakta olup, diğer mekanlar da bu hacme açılırlar. Avlunun üzeri, üstten kiremit ile kapatılarak sabunhanenin daha temiz olması sağlanmıştır. Çeşitli müdahaleler gören yapı günümüze kadar ayakta kalabilen sayılı hanlardan biridir.
kaynakça:www.gaziantepikeşfet.com
GAZİANTEP RUM KALESİ
Gaziantep İli, Yavuzeli İlçesi, Kasaba köyünün yakınında bulunan Rumkale; Gaziantep şehir merkezinden 62 km. Yavuzeli’nden ise 25 km. uzaklıkta, Merzimen Çayı’nın Fırat Nehri ile birleştiği yerde, dik kayalar üzerindedir. Rumkale’ye Kasaba köyünden ve Halfeti’den teknelerle kolaylıkla ulaşılmaktadır.Antik dönemden günümüze kadar Şitamrat, Kal-a Rhomayta, Hromklay, Ranculat, Kal-at el Rum, Kal-at el Müslimin, Kale-i Zerrin (Altın Kale) ve Rumkale gibi bir çok isimle adlandırılmıştır.
Rumkale Fırat ve Merzimen kıyılarından itibaren dimdik yükselen sarp kayalıklarla çevrili yüksek bir tepe üstüne kurulmuştur. 1838 de Rumkaleyi ziyaret eden Moltke’ye “kayalığın nerede bittiğini, insan eserinin nerede başladığını söyleyebilmek çok zor” dedirtecek kadar doğayla uyumlu mimari özelliğe sahiptir. Kale iki beden halindedir. Birinci beden; kalenin doğu, kuzey ve batıda doğal kayalığın dik olarak yontulmasıyla, doğal sur meydana getirilerek oluşturulmuştur. İkinci beden ise bu doğal surun üstüne sert kalker kesme taşlarla sur duvarı olarak yapılmıştır. Kuzey ve doğu surlarında dikdörtgen planlı 7 burç ile kuzeyde çok sayıda mazgal pencere yer almaktadır. Kalenin güney yöndeki kayalık uzantısı 12. yüzyılda 30m. derinliğinde ve 20m. genişliğinde oyularak uçurum (hendek) haline getirilmiştir. Böylece, savunmaya yönelik olarak karayla kalenin direkt ilişkisi kesilmiştir. Kale 120m. genişliğinde ve 200m. uzunluğunda bir alanı kaplamaktadır.
Rumkale bir zamanlar Halfeti (Şanlıurfa) ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat ırmağı kıyısında yer alırdı. Merzimen çayının suyu Rumkale dibinde, derin ve sarp vadi içinde akan Fırat nehrine karışırdı. Günümüzde üç yanı Baraj gölüyle çevrilmiş olup, yarım ada görünümündedir. Kalenin eteklerinde ise aşağı şehir bulunmaktaydı.
Rumkale’nin doğu ve batıdan olmak üzere iki ana giriş kapısı mevcuttur. Doğu girişi Fırat nehriyle, batı girişi ise Merzimen çayı üzerine kurulmuştu. Bugün sadece ayaklarının kalıntısı mevcut olan köprü, kara ile irtibatı sağlamaktaydı. Buradan patika yolla kalenin giriş kapısına çıkılmaktadır. Batı cephesinde yol üzerine 20m. aralıklarla 4 tane kule şeklinde kapı yapılarak savunma açısından büyük kolaylık sağlanmıştır. Batı surlarda kuzeyden itibaren birinci kapı dikdörtgen planlıdır. Nöldeke birinci kapının olduğu yerde bir türbe ve bir iskele olduğundan bahsetmiştir. İkinci kapı kareye yakın dikdörtgen planlı yarım daire şeklindedir. Üçünçü kapı tahrip olmuştur. Dördüncü kapı kare planlı haç tonozludur. Beşinci kapı kalenin Fırat’a bakan doğu cephesindedir. Dikdörtgen biçimli bu kapı, içte biri yuvarlak, diğeri sivri kemerli iki niş içine alınmıştır.
Kalede beden duvarları ve burçlardan başka, bugün görülebilen kalıntılar arasında Şair Aziz Nerses kilisesi, Barşavma manastırı, su sarnıçları ve su kuyusu sayılabilir. Kuyu basamaklarla Fırat nehrinin seviyesine kadar inen 8m. genişliğinde ve yaklaşık 75m. derinliğindedir. Fırat nehrinden su temin etmek için yapılmış olan bu kuyunun gizli bir geçit olduğu da rivayet edilmektedir. Kuyunun silindirik iç yüzünde kayanın oyulmasıyla helozonik bir merdiven meydana getirilmiştir. Bunlardan başka kale içinde işlevi tesbit edilemeyen çok sayıda yapı kalıntısı mevcuttur. Kaledeki yapıların bir çok bölümü ana kayanın oyulması ve düzleştirilmesiyle yapılmıştır. Surlarda ve burçlarda örgü malzemesi moloz taş, kaplama malzemesi olarak büyük boyutlu düzgün kesme taşlar, kemerlerde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taşlar kullanılmıştır.
kaynakça:http://www.gaziantepturizm.gov.tr/
BARŞAVMA MANASTRI
Rumkale içinde kuzeyde yer alır. 13. yüzyılda Yakubi azizi Barşavma kendi adına inşa ettirmiştir.Birbirine bitişik iki yapıdan bazı bölümler ayakta kalmıştır. Kuzey cephesini kaya kütlesi oluşturur. Kare planlı olan yapı haç tonozlarla örtülmüştür. Duvarlarda büyük taş bloklar halinde kesme taşlar, payelerde ve batı mekanın kapısında düzgün kesme taşlar, kemerlerde ve örtü sisteminde ise tuğla görünümü verilmiş kesme taşlar burada da kullanılmıştır. Yakınında bir de kuyu mevcuttur.
Kalede toprak üstündeki yapılar 12-14. yüzyıllar arasına aittir. Bunlar içinde en eski yapının hendek olduğu ifade edilmektedir.
Fırat nehri boyunca ele geçen çakmak taşından yapılmış aletler ve diğer kalıntılar, insan oğlunun Rumkale ve çevresinde yontma taş (Paleotik) döneminden beri yerleştiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemden sonraki iskan yerlerini ise Fırat vadisinde Tunç çağından başlayıp Kalkolitik döneme kadar inen höyüklerle izlemekteyiz. Rum kale ve çevresiyle ilgili antik kaynaklardaki ilk bilgiye Asur Kralı III. Salmanazar’ın MÖ. 855’ te zaptettiği “Şitamrat” yerleşimiyle ulaşmaktayız. Bu yerin Rumkale olduğu ifade edilmektedir. Rumkale çevresi bölgedeki stratejik konumu sebebiyle Med, Pers, Helenistik ve Roma dönemlerinde de iskan görmüştür.
Hz. İsanın havarilerinden Johannes (Yuhanna) ‘in Roma döneminde Rumkale’yi mesken yaparak kayadan oyma bir odada incilin nüshalarını çoğalttığı rivayet edilir. 11. yüzyılda Rumkale Hromgla’ adıyla önemli bir konumdadır. 1113 te III. Grigoris Rumkale’yi Joscelin’in dul karısından satın almış, katolikosluk (başpiskoposluk) makamını buraya yerleştirmiştir.
Kaynakça:http://www.gaziantepturizm.gov.tr/
DÜLÜK MİTRAS TAPINAĞI
Anadoluda bulunan ilk mitras yeraltı tapınağıdır.Bu tapınak iki salonludur ve tapınağın mihrabı konumundaki merkezi nişte Tauroktoni adı verilen boğa öldürme sahnesi kabartma halinde işlenmiştir.Tanrı Mitras bir boğayı öldürürken resmedilmiştir ve etrafında gezegenleri simgeleyen yıldızlar,takım yıldızları simgeleyen akrep,yılan,köpek gibi figürler vardır.I.yüzyılda Tarsus'tan yayılmaya başlayan Mitras kültü,III.yüzyılda İskoçya ve Büyük Sahra'ya kadar ulaşmıştır.
Mitras ayinlerinde kurban edilen boğanın kanı içilir,hemde bu kanla yıkanılırdı.Böylece yok olan bir çağı simgeleyen boğanın temsil ettiği tanrının gücüne ve ölümsüzlüğüne kavuşulacağına inanılırdı.
Hititlerden beri kutsal şehir konumunda olan Dolikhe,Bizans döneminde başpiskoposluğun 7. yüzyılda Zeugma'ya taşınmasıyla birlikte dinî merkez konumunu kaybetmiştir.Bu tarihten itibaren Gaziantep Kalesi çevresinde kurulan yeni bir şehir olan Ayıntap,Dülük kentinin yerini almaya başlamış ve sonunda Ayıntap'a bağlı bir köy haline gelmiştir.Dülük kutsal alanı ise,evliya Dülükbaba'nın (davut ejder) türbesiyle kutsal alan kimliğini günümüze kadar taşımıştır.
Dülük mezarı antik Dolikhe kentinin nekropolündeki oda mezarların en güzel örneklerinden biridir.Bir hol ve üç odadan oluşan mezar 3. yüzyıla aittir.Orta bölümdeki süslemelerden,aile ve grubun en önemli kişilerinin buralarda yer aldığı anlaşılır.Dülük köy yerleşimindeki kayalık kesim,antik kentin nekropolüdür.Kayanın sonsuzluğu düşüncesiyle yer altına veya yüzey kayasına oyulan birkaç odalı mezarlarındaki kemerli nişler gökyüzünü,yani ölümsüzlüğü temsil eder.Mezar odalarında mimari süslemeler ile dinsel semboler vardır.Nekropol,Hellenistik,Roma ve erken Bizans dönemlerinde M.Ö.4. ve 6. yüzyıllar arasında kullanılmıştır.
Dülük Taş ocaklarından önceleri Dolikhe antik kentinin önemli yapıları için taş alınmış daha sonraları Gaziantep şehrindeki kaleye ve diğer önemli binalara yapı taşı götürülmüştür.Bu ocaklar Osmanlı Dönemi'nin sonlarına kadarda kullanılmıştır.Derinleşen yüzeylerin üst kısımlarında ustalara ait işaretler ve dini sembolere de rastlanmaktadır.